Bizden Size

Tarihte Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin Salahaddîn Eyyûbî’nin gölgesinde kalışı gibi, Selçuklular da Osmanlıların gerisinde ve gölgesinde kalmıştır. Hâlbuki Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerine sağlam bir şekilde bastığı zemini tümüyle Selçuklular dokumuş, Osmanlı bahçesinde açan bütün çiçeklerin tohumlarını Selçuklular ekmiştir. Tarihi böyle bir süreklilik ve devamlılık içinde ele almadığımız takdirde, düşünce ufkumuzda kopuş ve dağılışların yaşanması kaçınılmazdır. Derin Tarih olarak bu sayımızda, İslâm medeniyetinin Selçuklular döneminde temelleri atılan çok önemli bir boyutunu, tasavvufun bir kurum ve ilim dalı halinde kökleşmesini ve sistemleşmesini ele alıyoruz. Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi gören Selçuklu asırları, İslâm coğrafyasının farklı havzalarının iç içe geçerek harmanlandığı, dengesini ve...

İngiliz Sömürge İdaresi Kalküta Medresesi’ni Neden Kurdu?

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin kurduğu Kalküta Medresesi, sömürge idaresinin yerel bilgiye ve İslâmî geleneğe yaklaşımının somut göstergelerinden biriydi. “Faydalı öğretim” adı altında şekillenen bu politika, hem yerel hassasiyetleri gözetiyor gibi görünmüş hem de Müslüman toplumları İngiliz yönetimine entegre etmenin aracı hâline gelmişti. Buna rağmen medreseler, iki asra yaklaşan bir süre boyunca kültürel ve fikrî bağımsızlığın en önemli dayanakları olarak varlıklarını sürdürdü.

Avrupa Troya’da Başlar

Avrupa’nın doğuşu Kavimler Göçü ile ilişkilidir. Germen ve Avrasya halkları yeni devletler kurarken pek çok bakımdan yıktıkları Batı Roma İmparatorluğu’na öykünüyorlardı. Din ve devlet kurumlarının şekillenmesi, kent yönetimi, sikke üretimi ve Latincenin korunması bu durumun en dikkat çeken yönleridir. Fakat, gözden kaçan bir öykünme daha vardır: köken efsanesi! Her konuda Roma’ya öykünen istilacı kavimler, köken konusunda da ondan aşağı kalmayıp Troya (Truva) kökenli olduklarını iddia etmişlerdi. Peki neden Troya?

Küçük Bir Darbe Kitabının Büyük Hikâyesi

27 Mayıs İhtilâli’nin içerden ve dışarıdan destek gören siyasî ve iktisadi planları kadar, dinle alakalı saha için de düşünceleri, program ve projeleri vardı. 1964’te Ankara’da basılan risâleye (Tuhfetü’r-Reddiye alâ Mezhebi Saiydi’l-Kürdiyye) bakılırsa bu projelerden birisinin de Bediuzzaman Said Nursi ve Risâle-i Nur Cemaati’ni hedef aldığı görülür. Muhteva bakımından oldukça zayıf olan bu metin, “Osmanlı İmparatorluğu sabık şeyhülislâmı Mustafa Sabri” imzasını taşıması ve satıraralarında verdiği mesajlarla bu projeye dair çok şey söylemekte.

Bizden Size

Fransa tahtında kaldığı 72 yıl boyunca imza attığı birbirinden önemli kararlarla sadece ülkesinin değil Avrupa’nın tarihini de şekillendiren XIV. Louis (1638-1715), her açıdan dikkat çekici bir hükümdardı. Bir yandan Fransız yayılmacılığını sürdürürken bir yandan bilim ve sanata yatırım yapıyor, eş zamanlı olarak mutlak monarşiyi güçlendirerek aristokrasinin ve Protestanların gücünü kırıyordu. Kendisinden sonra yaşanan onca dönüşüme rağmen, XIV. Louis’nin bıraktığı çok boyutlu tesirler, Fransa’nın reflekslerinde bugün hâlâ yaşamaya devam ediyor. Kıymetli okurlarımız, bu ay bir Fransız hükümdarının hayat hikâyesini ve icraatlarını ihtiva eden bir dosyayla karşılarına çıkmamıza belki şaşırmış olabilirler. Ancak “Güneş Kral” XIV. Louis, sadece bir Avrupa kralı değil, aynı...

Tarihi, Şehri, Aradaki İnsanı Hatırlamak

Resim yoluyla veya izahatla hatırlama/hatırlatma “ebediyen anlaşılmayı” ve görülmeyi, hem de renkli ve güzel bir sanat eseri olarak temaşayı mümkün kılan kıymetli bir mekanizma. Âdeta silinmeyecek, farklı ilgi ve sebeplerle bahse konu olacak bir hafıza yenilemesi ve canlandırması. Bu işin emsalsiz üstadlarından biri olan Süheyl Ünver, 20 yapraklık “İstanbul’da Yoklar Burada” adını verdiği defterde kendi biyografisi, hayata bakışı, geleneksel sanat çalışmaları ve kıyımına şahitlik ettiği eserler hakkında resimli notlar düşmüş.

Bir Emanet, Bir Geleneğin Hafızası: Çeyiz

Evliliğe hazırlık nişanesi, kültürün sandıklara sığdırılmış hafızası: Çeyiz. Mezopotamya’nın çivi yazılı tabletlerinden Osmanlı konaklarına uzanan bu gelenek, kadının el emeğini, ailenin onurunu ve toplumun değerlerini asırlarca sırtlandı. Sandığın içindeki her parça, bir sembolün diliydi. Kur’ân inancı temsil ederken, bayrak millî kimliği, pirinç bolluğu, şeker ağız tadını simgeliyordu. Çeyiz, kimi zaman bir evin bereketini, kimi zaman kızın miras payını önceden alan bir hukuk geleneğini hatırlattı. Bugünse el işlerinin yerini fabrikasyon ürünler almış, sergiler dijital vitrinlere taşınmış vaziyette. Buna rağmen anne-babaların kızları için çeyiz hazırlığı sürüyor; modern hayatın ortasında bile sandık, geçmişle bugünü birbirine iliştirmeye devam ediyor.

Bulgaristan’ın En Büyük Camisi: Tombul Camii

Bulgaristan’ın en büyük, Edirne’deki Selimiye’nin ardından ise Balkanların en büyük ikinci camisi olan Tombul Camii, Bulgaristan’da Osmanlı mimarisinin tamamıyla korunduğu tek eser olma özelliğiyle “Ulusal 100 Turistik Anıt” listesinde yer almakta ve Şumnu’daki Osmanlı mimarisinden kalan en önemli örnek olma özelliğini muhafaza etmektedir.

Kale-i Sultaniye Hastahane-i Askeriyye

Çanakkale Savaşı sırasında binlerce Mehmetçik şehit düşerken, cephe gerisinde birçok yapı âdeta dilsiz gazilerimiz olarak destan yazdı. Hilâl-i Ahmer bayraklarıyla donatılmış hastanelerin de bombardımana maruz kaldığı Çanakkale’nin kahramanlarından biri de Kale-i Sultaniye Hastahane-i Askeriyye, diğer adıyla Çanakkale Merkez Hastanesi idi. Bugün yıkılmaya yüz tutmuş haldeki yapı, Mehmetçiğin aziz hatırasını yâd ederek gözlerimizin içine bakıyor.

Bizden Size

Türkiye’de cumhuriyetin ilânından sonra gerçekleşen en acı hadiselerden biri, 1931 yılında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça yaklaşık 30-50 ton arası değerli belgenin “kâğıt hamuru olarak kullanılmak üzere” Bulgaristan’a satılmasıdır. Neyse ki, okkası üç kuruşa elden çıkarılan ve Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivi binasından vagonlara yüklenerek Sofya’ya gönderilen belgelerin kıymeti Bulgar yetkili makamlarınca anlaşılmış, böylece imha edilmeyerek hızlıca hepsine el konulmuştur. Bu sayede, İstanbul ve Kahire’den sonra en fazla Osmanlı arşiv belgesi bugün Sofya’da bulunuyor. 20 Haziran 2025 Cuma günü Sofya’ya yaptığım ziyaret sırasında, Bulgaristan Millî Kütüphanesi’nin tarihî binasında bu olağanüstü kıymetli belgelerin bir kısmını görme imkânı buldum. Aradan geçen neredeyse bir asırlık...